Son günlerin en çok konuşulan davası olan liseli Azra'nın, tacizcisi tarafından maruz kaldığı korkunç saldırı sonucu, onun hayatına son vermesi, hem kamuoyunda büyük yankı uyandırdı hem de adalet sistemine dair tartışmaları alevlendirdi. Genç yaşta ağır bir travma yaşayan Azra, yaşadığı kabusu sona erdirmek için aldığı bu kararla, hem kendisi hem de kadına yönelik şiddetle mücadele edenler nezdinde sembolik bir figür haline geldi. Dava sürecinin detayları ve mahkemenin verdiği son karar, toplumun farklı kesimlerinde farklı tepkilere yol açtı. Bu gelişmeler ışığında, yaşananları daha derinlemesine analiz etmek, önemli bir gereklilik haline geldi.
Azra, 17 yaşında bir öğrenci olarak, hayatının baharındayken yaşadığı korkunç bir deneyimle karşılaştı. Uzun süredir kendisine fiziksel ve psikolojik şiddet uygulayan bir kişi tarafından taciz edildi. Giderek artan bu durumdan dolayı büyük bir korku ve stres içindeydi. Bir gün, tacizcisi ile yüz yüze geldiğinde, kendisini savunmak için elimde bulduğu imkânları kullanmak zorunda kaldı ve onu bıçaklayarak öldürdü. Olayın ardından gözaltına alınan Azra, "Kendimi korudum" diyerek yaşadığı durumu savundu. Mahkemdede bu durumun yoğun bir şekilde savunulması, toplumda da kadına yönelik şiddetin nitelikli bir görünüm kazanmasını sağladı.
Mahkeme süreci, Azra’nın psikolojik durumu ve yaşadığı travmanın üzerinde durarak ilerledi. Birçok sosyal hizmet uzmanı, psikolog ve adli tıp uzmanı, Azra'nın durumunu incelemek üzere ifadeye çağrıldı. Sürecin başında, genç kızın ruhsal durumunun etkileri öne çıkarılarak, bu tür davranışların toplumsal bir sorun olduğu vurgulandı. Dava süresi boyunca, kamuoyunda hakim olan "intiharın içindeki intihar" teması, medyada geniş yer buldu ve bu durum, mahkemenin alacağı kararla daha da büyüyen bir merak konusu haline geldi.
Sonuç olarak, mahkeme, Azra'nın savunmasını dikkate alarak "taksirle öldürme" suçlamasıyla karar verdi. Verilen ceza, özellikle gençlerin ve kadınların karşılaştığı şiddet olayları açısından önemli bir dönemeç teşkil ediyor. Hakim, kararında Azra'nın yaşadığı psikolojik travmanın, olayın meydana gelmesinde etkili olduğuna dikkat çekti. Karar üzerine, birçok kadın hakları savunucusu ve sosyal aktivist, bu durumu bir zafer olarak değerlendirirken, bazı kesimlerden ise eleştiriler geldi. “Böyle bir durum karşısında ne yapmalıydı?” sorusu, milyonların aklını kurcalayan bir soru olarak kaldı.
Bu kararın, benzer durumlar karşısında yaşanan hukuki süreçlerde nasıl bir etki yaratacağı merakla bekleniyor. Azra’nın durumunu ve mahkemenin kararını sosyal medyaya taşıyan birçok kişi, Türkiye'de kadına şiddetin önlenmesine dair politikaların ve yasaların güçlendirilmesini, toplumun bu konuda daha da bilinçlenmesini sağlamak adına elden geldiğince paylaşımlar yapıyor. Söz konusu davanın medyada geniş çapta yer alması, gençlerin ve toplumun kadınlara karşı duyarlılığını artırabilirken, aynı zamanda adaletin sağlanması adına atılacak adımların önemini de gözler önüne serdi. \
Sonuç olarak, Azra'nın davası, sadece kendi hikayesi ile sınırlı kalmayıp, toplumun genelinde kadına yönelik şiddetteki artışın bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor. Davanın takipçisi olmaya devam edeceğiz, zira bu, yalnızca bir ceza davası değil, aynı zamanda toplumsal bir değişim hareketinin parçası haline geldi. Gelişmeleri aktarmaya devam edeceğiz.